Cumhuriyet’i susturma davasında arkadaşlarımız çürütülen iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. Bugün avukatların beyanları alındı. 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek oturumda arkadaşlarımızın son sözlerinin ardından karar verildi. Cumhuriyet’e ceza yağdı.
Duruşmanın dünkü oturumuna, 542 gündür tutuklu bulunan İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay’ın, basın ve ifade özgürlüğünün çiğnendiği suçlamalar karşısında sözlerini, ünlü şair Tevfik Fikret’in “Haksızlığın envaını gördük… bu mu kanun?/En gamlı sefaletlere düştük… bu mu devlet?/Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;/Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet…” dizeleriyle bitirmesi damga vurdu.
Duruşmanın bugünkü oturumunda yaşananları dakika dakika canlı bloğumuzdan takip edebilirsiniz…
CANLI BLOG
10.28 – Sanıklar, avukatlar ve izleyiciler salona alındı. Mahkeme heyetinin salona gelmesi bekleniyor.
Çizer Murat Başol’un kaleminden: Avukat Duygun Yarsuvat, savunma sırasında…
10.50 – Mahkeme heyeti yerini aldı. Duruşma Avukat Duygun Yarsuvat’ın savunmasıyla başladı. Yarsuvat’ın savunmasından satır başları şöyle:
Sıradan bir dava değil bu dava siyasi niteliktedir. Neden? Çünkü hukuk dışında her şey var bu davada. Ceza hukuku prensipleriyle halledebileceğimiz hiçbir şey bu iddianamede yer almamaktadır. Cumhuriyet gazetesini susturmak için hukuk bu davaya alet edilmiştir. Bu dava soruşturma safhasından başlamıştır. Dosyanın içeriğine baktığımızda “reesen soruşturma başlatma tutanağı”nda bir keyfilik görüyorsunuz. 18.07.2016 tarihini taşımasına rağmen 7’nin üstü çizilip 8 yapılmış ve paraflanmıştır. Bilirkişi Ünal Aldemir, Tayyip Erdoğan hayranıdır. Ardeşen Yuksek Okulu’nda okutmandır. Aldemir’in kim oldugunu interenete girdiğiniz zaman görebilirsiniz. Bu bilirkişi açık kaynaklardan bilgi toplamış, polisin görevi olan, bir polis görevlisi olarak iftiharla 10 gün içinde bu raporu hazırladığını söylemiştir. Bilgisayar mühendisi olduğunu söyleyen, kendine göre iletişim ustadı olan bir kişidir. Bilirkişi Ünal Aldemir gazete manşetlerini okumuş, manşetlerin altında yazanları okumamıştır. Bilirkişi manipülasyon iddiasında bulunmuş, manipülasyonun ne olduğunu anlatmıştır. Oysa bu dava bir algı operasyonu ve manipülasyondur. Bu şahsın hiçbir akademik titri yoktur. Hiçbir çalışması yoktur. Hiçbir eseri yoktur. Ama bir vasfı vardır ki Bilal Erdogan’ın vakfında üyedir.
Diğer bilirkişi Ahmet Keçeci de Marmara Ü. İktisat Fak. mezunu yeminli murakıptır. Onun raporuna bakınca bir polis fezlekesiyle karşılaşırsınız. Hatta o kadar ileri gitmiştir ki kurucusu olduğu Ceza Hukukçuları Derneği’nin kurucularının araştırılmasını istemiştir.
Akın Atalay’ın kurucuları arasında olduğu derneğin araştırılmasını istemiştir. “Yayın faaliyeti dolayısıyla yardım etmiştir” diyor. Ama o konuda bir araştırma yoktur. Ceza hukukunun temel prensibi olan suçta ve cezada hukukîlik ilkesi bu davada gözardı edilmiştir. Ceza Kanununda yer almayan bir tabiri dava konusu yaparak iddianamede belirtmek Türk Ceza Kanunu yardımı maddi bir yardım olarak tanımlar, yardımın ne olduğunu tayin etmek için bunu ceza kanununda aramak lazımdır. Yoldan geçenlere karanfil atmak dahi suç anlamına gelebilir. Muktediri mutlu etmek için ceza kanununu değiştiremezsiniz.
Gayrimenkullerin düşük fiyatla satıldığı iddia edilmiş ancak yapılan araştırmada düşük fiyata satılmadığı ortaya çıkmıştır. Bu, kamuoyu önünde “sen para yedin” demek amacıyla yapılmıştır ama bu iddia da fos çıkmıştır. Yargıtay’ın bu yönde yakın tarihli bir kararı vardır. 8 Mart 2013 tarihli kararında ‘bu gibi hallerde Basın Kanunu hükümleri uygulanmalıdır’ demiştir. Bu da Cumhuriyet gazetesi ile ilgilidir. İddianame şahit beyanlarına dayanmıştır. Şahit beyanlarıyla suçlayabilir misiniz? Görgü şahitleri olmadıkça suçlayabilir misiniz? ‘Ben görmedim ama duydum’ derse birisi ‘Duygun Yarsuvat bir adam öldürdü’ denirse beni yargılayabilir misiniz? Yayın politikasını beğenmiyorsan gazeteyi okumazsın olur biter. Ama bu sebeplerle “terör örgütüne yardım ediyor” diye cezalandırmanın ceza hukukunda yeri yoktur.
O tarihte 22, 23 yaşındaki bir kişinin, hiçbir hukuki formasyonu olmadan, bilirkişi diye hazırladığı fezlekeye böylesi bir dava dayandırılamaz. Dinlenen şahitler pek bir şey söylememiştir, soruşturma evresinde, savcılık önünde verdikleri ifadelerde konuşmuşlardır ama daha sonra konuşmamışlardır. Esas hakkındaki mütalaa ilginç bir mütalaadır. AİHM 6. ve 10. maddesinden bahsedilmektedir. İlginçtir ki iddianamede ifade edilen mahkeme kararlarının biri hariç tümü Türkiye aleyhine verilmiş kararlardır. Hepsi düşünce ve ifade özgürlüğünü koruma amaçlı kararlardır. Bu kararlarla AİHM tüm dünyaya örnek olabilecek bir kararla basında ifade edilen görüşlerin çok ağır hatta kırıcı olabileceğini ancak demokratik toplumlarda buna tolerans gösterilmesi gerektigini ifade etmiştir. Benim gazetemde çıkan yazıları incelemeden, ‘kırıcı mı, değil mi’ araştırmadan, ‘suç işlemeye yöneltiyor mu değil mi’ araştırmadan bu davanın açılması yanlıştır.
Savcı Murat İnam kendini kurtarmak için böylesi bir iddianame hazırlamak zorunda kalmıştır. Şimdi Ankara’da yargılanmaktadır. ‘Sen kaptansın, en son sen çıkarsın’ dediniz. 564 gündür burada hürriyetinden yoksun. Akın Atalay ne yaptı? Birisini mi öldürdü ya da birisinin ırzına mı geçti? Cumhuriyet gazetesini yayınlayan vakfın yöneticisi oldugu için burada örnek olarak cezalandırılmak isteniyor. Hayatın bir cilvesi olarak iddianamede Cumhuriyet gazetesi ve çalışanlarının suç işlediğini söyleyen, bu mahkemenin savcısı, birkaç yıl önce Cumhuriyet aleyhine Gülen’e hakaret gerekçesiyle ceza istemiştir.Şimdi Gülen’e yardım için ceza istemektedir.
Diğer basın organları ya satın alındı ya da susturuldu. Demokratik hukuk devletinden bahsetmeye imkanımız kalmadı. Bu dava öylesine kurgu bir dava ki duruşmalar devam ederken bir takım belgelerin duruşmaya geldigini gördük, kimin tarafından gönderildiğini gördük. Duruşma başlayıp koğusturma aşamasına geçildikten sonra yeni delil gelebilir mi? Gelebilir ancak yeni delilin gelmesine mahkeme başkanı reesen veremez. Mahkeme kabul ya da red edebilir ama gerekçe göstermek zorundadır. Osman Kavala ile ilgili bir soruşturma sırasında onun telefonundaki bilgiler bu davaya gönderilmiştir. Savcının talep etmesi, mahkeme heyetinin de bunu uygun görmesi ve müdafilere sorması gerekiyordu. Bu hak yeni Ceza Muhakemesi tarafından kaldırılmıştır. Ancak taraflar talep edebilir, mahkeme kabul/ret edebilir ama gerekçe göstermek zorundadır. Mahkeme sürerken Osman Kavala ile ilgili bir soruşturma sırasında Kavala’nın telefonundaki bilgiler bu davaya gönderildi. Bunun mahkemeye gelebilmesi için savcının talep etmesi ve mahkeme heyetinin uygun görmesi, müdafilere sorulup ne diyorsunuz denmesi gerekiyordu. Boyuna belge/bilgi geldi, siz de okuyup dosyaya koydunuz. Nasıl geldi bu bilgiler? Kavala yeni gözaltına alınmıştı. Polis ifadesine avukat arkadaşlarımız gitti, o ifadeler buraya geldi. Yani diyorsunuz ki ‘sen burada boşu boşuna konuşuyorsun’ ama en azından kayıtlara geçiyor. Yani diyorsunuz ki “Sen burada boşu boşuna konuşuyorsun”, ama en azından kayıtlara geçiyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu böyle düzenlemişken iddianame savcısı polisin verdiği delilleri nasıl buraya gönderebilir. Çünkü müktediri memnun etmek ve ona iyi görünmek için böyle yapmıştır. Bu iddianameye ve içindeki bilgilere itimat etmeyin. Bu iddianameyi esas hakkında mütaala olarak sunun cumhuriyet savcısının taleplerine itimat etmeyin. Eğer deliller yoksa mahkemenin iddianameyi iade etme hakkı vardır. İddianamede yer alan sanık isimleriyle, olay ile ve ekte yer alan deliller ile bağlıdır. Nitekim duruşma başlamadan 5 gün önce sanık ve müdafilere delillerinin olup olmadığı sorulur.
İddianamede Aydın Engin ve Murat Sabuncu’nun Abant toplantılarına katıldığı söyleniyor. Bakın kimler katılmış: Burhan Kuzu, Cemil Çiçek, Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru. Bunlar 1997’den beri yapılan toplantılardır. Niye o zaman yasaklamadılar? Biz o toplantılar katılmadık ve tasvip etmedik ama cezalandırıldık.
Gazete ‘Hocaefendi’ demediği için cezalandırıldı, şimdi de Hocaefendi’nin yanında olduğu için cezalandırılmaya çalışılıyor. AİHM sözleşmesinin 10. maddedisinin imha edildigi paramparça edildiği bir davadır bu. Osman Kavala’dan sonra Doğan Satmış ile yapılmış bir röportaj mahkemeye sunuldu. “Beni işten attılar” dedi. Yani? Daha sonra kendisi ifade verdi.
Ceza hukukunu bir sopa olarak kullanan muktedirin sonucudur bu davalar. OdaTV, Ergenekon, Deniz Kuvvetlerine yönelik casusluk davası, Cumhuriyet davası ve Sözcü davası, kendisinin hoşuna gitmeyen basın organlarını cezalandırma davasıdır. Heyetinizden adil ve dürüst bir karar bekliyoruz, sadece ben değil herkes bekliyor. Bir tek tutuklu var, Akın Bey, dolayısıyla tüm sanıkların beraatini istiyoruz. (12.05)
12.10 – Avukat Duygun Yarsuvat, savunmasını tamamladı. Yarsuvat’ın ardından Avukat Bahri Belen konuşmaya başladı. Belen’in beyanlarından satır başları şöyle:
Biz ortak bir savunma hazırladık ve size teslim edeceğiz, içinde fihrist var. Ben ve benden sonra savunma yapacak meslektaşlarım bu fihristte yer alan maddeleri özetleyerek sunmaya çalışacağız. Eğer bir ülkede ceza muhakeme usulü evrensel nitelikte yazılmadıysa o ülkede kişi güvenliği/hukuku ile huzur/güvenlik yoktur. Beyanları iddianameye dayanak yapılan kişiler ve koğuşturma sırasında dinlenen tanıklarla ilgili bir şema sunmak istiyorum. Ceza yargılaması sürecinde deliller doğrudan ya da tarihi dellilerdir, Ben şimdi burada tarihi delillerden beyanlar ve belgeler arasında küçük bir kıyaslama yaparak dosyamızdaki soruşturma ve koğuşturma evresindeki tanık beyanlarını değerlendirmek isterim. Dosyaya baktığımızda bu beyanlar ve özellikle tanık beyanları konusunda nerede bulduğumuzu ve bu tanık beyanlarının neleri ispat ettiği ya da ispat etmek istediğini anlamaya çalışıyorum.
Sanıkların birlikte hareket etmek suretiyle TC devletinin egemenlik ve toprak bütünlüğü ile milletin huzur ve güvenliğini tehdit eden PKK/KCK, DHKP-C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin amaç ve hedeflerine hizmet edecek şekilde, yine TC Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda itibarsızlaştırmak, IŞİD gibi terör örgütlerine yardım ettiği, desteklediği algısı yaratmak suretiyle uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amaç ve kastı ile bir bütün halinde yukarıda belirtilen haber, yazı, açıklama, paylaşım gibi yayınlar yapmak. Hem sanıklar hem de biz avukatlar önemli bir olguya işaret etmek istedik. “Bu siyasi bir dava, basın ve ifade özgürlüğü kriminalize ediliyor. Cumhuriyet ve muhalif gazetelere gözdağı için açılmıştır” dedik. Ama savcılığın başka bir saiki var. O da TC hükümetini itibarsızlaştırmak, IŞİD’e yardım ettiği algısı yaratarak hukuki sorumluluk altına sokmak. Peki tanık beyanları işe yarar mı, ya da ne işe yarar? AİHM diyor ki bir kararında “Hükümetlerin eleştirilmesi ve milli çıkarları zedeleyecek bilgilerin paylaşılması, terör örgütlerine yardım edilmesi gibi ağır suçları doğurmaz.” AİHM Cumhuriyet ile ilgili henüz bir karar vermedi. Şahin Alpay kararı var.
Huzurda dinlenen tanık beyanlarında müvekkillerimizin farklı bir yayın politikası izlediğini söyleyenler ve bunun vakıf yönetimi değişiminden sonra yapıldığını söyleyenler oldu, ama burada kimse silahlı bir örgütün üyesi olarak bunun yapıldığını söylemedi. Yayın politikası nedeniyle kendisine haksızlık yapıldığını söyleyenler bu gazeteyi okumaz ama kimse -ne İnan Kıraç ne de Alev Coşkun- burada yargılananların bir silahlı örgüte üye olduğunu iddia etmedi. Mehmet Faraç ile ilgili değerlendirmeyi yaptık, gazete ile davalı olduğunu söyledik. Tora (Av. Tora Pekin) çok nazik olduğu için sebebini söylemedi ama Fikret İlkiz aslında şahsın bir kadına şiddet uyguladığı için başka bir binaya gönderildiğini açıkladı.
12.55 – Duruşmaya bir saat ara verildi.
14.30 – Cumhuriyet Davası’nın karar duruşması, verilen aranın ardından devam ediyor. Avukat Abbas Yalçın, savunmaya başladı. Yalçın’ın beyanlarından satır başları şöyle:
Yargılama boyunca yaşanan adil yargılama ihlallerinden bahsedeceğim. Gizli bilirkişiden bahsediliyor. Hukuk tarihinde olmayan bir usulsuzluk var. Tam bir yıl sonra raporları kimlerin yazdığını öğrendik. Ahmet Keçeci olduğunu öğrendik. Soruşturma başladığında savcılık koridoruna dahi giremiyorduk. Bizde olmadığı halde soruşturmanın tüm detayları Anadolu Ajansı’nda vardı. Şık, 29 Aralık’ta gözaltına alındı, 30 Aralık’ta ifadesi alındı. 29 Aralık’ta Nazif Karaman’ın Sabah’ta Şık hakkında “şok suçlama” haberi çıktı.
Çizer Zeynep Özatalay’ın kaleminden: Avukat Tora Pekin bayanda bulunurken…
14.45 – Avukat Tora Pekin, savunmasına başladı. Pekin’in beyanlarından satır başları şöyle:
Muhabir ve yazarlarımıza açılan ceza davalarında anormal bir artış var, her şeye dava acılıyor, ‘haber de mi yaptırmayacaklar’ diye konuşuyorduk. Ama gelip bizi üç ayrı terör örgütüne yardımla suçlayacakları bütün gazeteyi tutuklayıp götürecekleri hic aklımızda yoktu. 24 Temmuz’dan bugüne iddianameden, bu suçlamalardan geriye hiçbir şey kalmadı. ’10 bin sayfa çöp’ demiştik, az demişiz. Ve o kadar çok, o kadar ayrıntılı anlatık ki! Ve üstelik beraat gibi bir düşünce aklımızın kıyısında olmadığı halde hâlâ da anlatıyoruz. Sanırım gerçeğe duyulan inançla ilgili bir iş bu. Başka türlü açıklayamıyorum. Arşiv yalan söylemez ve biz galiba aslında artık sadece arşive konuşuyoruz. Dava konusu, savcılığın ifadesiyle, bir bütün halinde iddianameye konan haber, yazı, açıklama gibi, paylaşım gibi yayınlar yapmak. Ama savcılığın yapmaktan en çok kaçındığı şey de “bunlar nedir?” diye bakmak. Hangi yayın, hangi ifade, niçin hukuka aykırı? Bununla teröre yardım suçu nasıl işleniyor? Bu yok. Savcılık bu incelmeyi asla yapmıyor. Nedeni de çok açık. Yaptığı anda bunların hiçbirinde gazetecilik dışında bir şey görülmeyecek. Tek bir haberimizde, yayınımızda şiddeti öven, öneren, ifade özgürlüğüne müdahale gerektiren tek kelime gösteremeyeceksiniz. Çünkü yok! İddianamede ve esas hakkında mütaalada getirilen suçlamalara bu perspektiften bakmanızı istiyoruz.
Birinci temel ayrım, doğrudan siyasal iktidarı eleştiren yayınlar. Asıl ağırlık burada. Savcılık haber niteliği taşıyan güncel olaylara ilişkin, tümü doğru haberlerimizi yıllar sonra topluca suçlama konusu yaptı. Tüm dosyaya rengini veren soruşturmayı ve davayı siyasi bir davaya dönüştüren temel unsur da kanımca bu. Nitekim o haberlerin sonucunu söyleyince mesele hemen anlaşılacak.
Birincisi 17-25 Aralık süreciyle ilgili yayınlar, ikincisi de MİT TIR’larıyla ilgili yayınlar.
Her ikisi de hiç kuşkusuz son dönemde kamuouyunun en çok ilgisini çekmiş konuların başında geliyor. Ama bunların konşulması iktidarın aleyhine. Öyleyse suç!
Savcılğın suçlamasının mantığı bu kadar yalın bu kadar çıplak. Savcılıkla aramızdaki temel farklardan biri bu: Biz bilmek istiyor, bilmenin ve bilgiyi yaymanın hakkımız olduğunu savunuyoruz. Savcılık bilmek istemiyor ve bilmemizi de istemiyor. Yayınlarla ilgili ikinci temel ayrım, Kürt sorununa ilişkin haber ve röportajlar. Savcılığın akıl almaz mantığına göre Cumhuriyet gazetesi, yine savcılığın tanımıyla “ulusalcı, devletçi ve gelenekçi” bir gazete olduğu için Kürt sorunuyla ilgili eleştirel yayın yapamaz. Suçlama bu kadar basit ve o oranda sığ ve dayanıksız. AİHM ve Anayasa Mahkemesi ve artık Yargıtay da diyor ya “ifade özgürlüğü rahatsız edici, yok eden düşüncelerin açıklamasını da kapsar”, bunu aslında tam olarak savcılık makamına söylüyor.
Terör örgütlerine yardım suçlamalarında göz önünde bulundurulması zorunlu ölçütleri, AİHM sayısız kararında dile getirmiştir. Gerçekte savcılığın iddianamede belirttiği sözleşme madde 10 kapsamında AİHM kararlarında açıkca yazılı: Bir yayın terör örgütlerinin propagandası sayılabilmesi için kanlı bir intikamı teşvik ettiğinin görülmesi gerekir.
Tekrar altını çiziyoruz: Ne Cumhuriyet gazetesinin yayınlarında ne de müvekkillerin herhangi bir açıklamasında değil kanlı bir intikamın teşvik edilmesi, en ufak bir şiddet övgüsü dahi bulamazsınız, gösteremezsiniz. Savcılık böyle bir iddiada bulunuyorsa kanıtlamak zorundadır.
İddianamedeki röportajların çatışmasız dönemde yapıldığını, sadece Cumhuriyet’in değil, hemen tüm gazetelerin benzer röportajlara yer verdiğini 24-28 Temmuz duruşmalarında açıklamış, “Onlar yapınca gazetecilik, Cumhuriyet yapınca teröre yardım, öyle mi?” diye sormuştuk.
Üstelik yayımlandığı dönemde suç oluşturmadığı bilinen,bu nedenle basın savcılarının ilgisini çekmeyen haberler zaman geçtikten, zemin değiştikten sonra suçlama konusu yapılmaktadır. 4 aylık dava açma süresinin amaçlarından biri böyle keyfi suçlamalara karşı gazeteciyi korumaktır.
Üçüncü temel ayrım, 15 Temmuz öncesi ve sonrası yapılan yayınlar. 15 Temmuz öncesi yapılan yayınların darbeciler lehinde algı yaratıldığı ileri sürülmektedir. Siyasal eleştiri bile denemeyecek bu gülünç iddiayı 24-28 Temmuz arasında çok ayrıntılı yanıtlamıştık. Atıf yapmakla yetiniyorum. 15 Temmuz sonrasına ilişkin savcılığın verdigi örnekler ise savcılığın doğrudan siyaset yapmaktan çekinmediği haberler. Haberlerde gerçeğe aykırı tek bir bilgi yok. Savcılığın bu haberlere yorumu ise tümüyle siyasi olup hiçbir hukuksallık içermemekte. Ama daha önce söylemiştik asıl ilginç olan ise savcılığın bu soruşturmayla, cadı avının başlamış olduğunu bizzat kendisinin teyit etmesi ve kendisini bu ava dahil etmesidir. Evet cadı avıdır bunun adı.
Her gün onlarca, her yıl binlerce haber yapan gazeteye sadece iki yayın nedeniyle DHKP-C’ye yardım suçlaması yöneltiliyor mesela. İkisi de görev başında katledilen Savcı Mehmet Selim Kiraz olayıyla ilgili: Biri bir fotoğraf, digeri röportaj. Savcı Kiraz’ın önce rehin alınıp sonra şehit edildiği güne ilişkin haber Cumhuriyet’te ‘Karanlığa Girdiğimiz Gün’ başlığıyla verilmiştir. Gerek bu başlıkta, gerek haberde, gerek başyazıda, gerek köşe yazılarında hem şiddete dayalı eylem biçimi eleştirilmiş, hem de gelecekte Türkiyeyi bekleyen tehlikeye dikkat çekilmiştir. Ne şiddet övgüsü/çağrısı vardır, ne de terör örgütü propagandası anlamına gelecek bir yayın söz konusudur. Savcılık ise hem bu fotoğrafı hem de daha önce kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilen Ahmet Şık roportajını DHKP-C terör örgütüne yardımın kanıtı olarak sunmaktadır. 30 yıllık meslek yaşamında tek bir haberi mahkûm olmamış Ahmet Şık’ı da bir daha tutuklamak amaçlandı. Oysa, somut olgular dahi bu suçlamanın yanlışlığını ortaya koymaya yeterli. Haberlerde şiddete özgü ya da örgüt propagandası anlamına gelecek tek bir yan yoktur.
Teröre yardımın kanıtı olarak sunulan fotoğraf sadece Cumhuriyet’te değil 8 ulusal gazetede daha yayınlandı. Yayınlayan 9 gazeteden, 18 gazeteciye tek bir dava açıldı ve dilekçemizin 2. bölümünde açıkladığımız üzere bu dava için de düşme kararı verildi, karar kesinleşti.
3 yıl geçtikten sonra bunun tekrar suçlama konusu yapılması ‘aynı suçtan dolayı iki kere yargılıma yapılamaz’ kuralına aykırıdır. Müvekkil Ahmet Şık’ın ‘Bu Mecbur Bırakıldığımız Bir Eylem’, başlığıyla verilen röportaj ise ‘koğusturmaya gerek yok’ ile sonuçlanmış bir yayındır. Yargılama sürerken Anayasa Mahkemesi’nden iki karar aldık: Biri malum müvekkiliimiz Turhan Günay’ın tutuklulugunun keyfi olduğunu söyleyen karar. İkinci karar 2014’te Cumhuriyet adına yaptığımız bir başvurunun kararı. Bu dosyayla ilgisini taktirinize sunacağım. Tarihlere baktığınız zaman iddianameyi bir kez daha yalancı çıkarmamızı sağlayacağı için önemli. Bizim 2014’te yaptığımız basvurunun konusu ne? Fethullah Gülen’in gazeteye açıp kazandığı bir manevi tazminat davası. Bana AYM’ye git talimatını veren kim? (…) Gazetenin imtiyaz sahibi Orhan Erinç. Gazetenin hukuk muşaviri Avukat Akın Atalay. O tarihte her ne kadar AKP-Gülen iktidar kavgası başlamışsa da henüz ortada FETÖ-PDY kavramı olmadığı gibi, Gülenci savcı ve yargıçlar tüm yargı birimlerinde çok güçlüler. Cumhuriyet de yıllardır oldugu gibi sürekli Fettullah Gülen’in ya da destekçilerinin açtıkları davalarla uğraşıyor. Bazen kazanıyoruz, bazen kaybediyoruz ama Gülen’e karşı ciddi bir koruma kalkanı olduğunu da görüyoruz. O zaman dedik ki ‘madem AYM’ye bireysel başvuru yolu açıldı, bakalım en yüksek mahkeme ne diyecek’. Acaba 2018’den beş yıl öncesine 2013’e bakarak Cumhuriyet’te Fettullah Gülen örgütünün izini bulan savcılık, gerçekten 2013’teyken ne yapıyormuş? İlk celsede üstadım Bülent Utku duruşma savcımızın imzasını taşıyan bir iddianame sunmuştu. Ben de benzer içerikte ama farklı bir iddianame sunacağım. Öyle bir dava ki bu, şikayetçi ve katılan mağdur Fettullah Gülen, diğer mağdur Recep Tayyip Erdoğan. Sanık ise Orhan Bursalı. Suçlama konusu tek cümle. Bursalı’nın Balyoz Davası için söylediği ‘RTE-FG iktidarı ortaklaşa bu siyasi sahtekarlığı tezgahladı’ cümlesi. Savcı Bölükbaşı, Cumhuriyet’e 2013’te FETÖ el koydu diyor ama gerçekte andığım bu soruşturma nedeniyle bizzat kendisi tanık. Cumhuriyet suç tarihi olarak gösterilen 2013’te ve sonrasında Gülen’in hedefinde. Sayın savcı biliyor, görüyor. Savcı bey 2013’te bizi Gülen’e hakaret etmekle suçluyordu. Bugün Gülen’in gazeteye el koyduğunu iddia ediyor, bu suç şebekesine yardımdan ceza istiyor. Kim inanır buna? Siz inanıyor musunuz? Biz dün neredeysek bugün de oradayız. Orası da gazetecilik. Buna ancak saygı duyulabilir kanaatindeyim.
16.00 – Avukat Fikret İlkiz, savunmasına başladı. İlkiz’in beyanlarından satır başları şöyle:
İddianamenin 26. sayfasında genel bilgi veriyorsunuz FETÖ hakkında. Elbette verirsiniz. Biz Cumhuriyet olarak, bulduğunuz bu genel bilgileri tüm Türkiye’ye anlattık. O zaman ‘Hoca efendi böyle işler yapmaz’dı, Cumhuriyet mahkum edildi. Biz Kestanepazarı imamının ne kadar tehlikeli olduğunu yazdık, anlattık. O zaman yargıladığınız Cumhuriyet’i meğer öyle seviyormuşsunuz ki şimdi o döneme geri dönelim diyorsunuz. Cumhuriyet yazar ve gazetecilerine beslediğiniz hırsı tüm gazeteye yönelttiniz. Biz 31 Ekim’den beri bunlara gerekli yanıtları vermeye calıştık. Araç olarak kullanılmışız. Ne zaman anladınız? 2013? 2014? 2015? Niye bizi o zaman yargılamadınız? AİHM kararlarını bilmiyorsunuz, çünkü siz diyorsunuz ki ‘Her özgürlüğü başkasını ihlal ettiğini düşündüğüm yerde sınırlarım. Basın özgürlüğü dahil.” Bu yanlış. Siz 1982 anayasasının 13. maddesindeki temel görüşe geri dönüyorsunuz. Savunduğunuz görüş, anayasadaki tüm temel hak ve özgürlükleri sınırlayan 13. maddedir, oraya dönüyorsunuz. Her hak ve özgürlüğün sınırını, ait olduğu hak ve özgürlükler kendisi çizer. Basın/ifade özgürlüğü, devletin özgürlükleriyle sınırlandırılamaz. Ceza hukuku cezalandırma hukuku olmaktan çıkarılmalıdır. Bu Nazi hukukundan alınmadır, kalmadır ve artık aşılmalıdır. Bu iddianameye göre açılan dava, davaya konu olan suçlamalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 17. maddesinin ihlalidir. Suçlama delil değildir.
Biz Cumhuriyet olarak, yayın yönetmeni Murat Sabuncu’nun dediği gibi hareket ederiz: Gerçekleri ortaya sermenin ne tür bir iş olduğunu biliriz, ama bu memleket aşkıdır, gerekirse yargılanır ve mahkum oluruz. Bize Ahmet Şık dün savunması sırasında hatırlattı. “Ben Ergenekoncu ve hapisteyken” dedi, “Ben FETÖ diye bu davanın sanığı ve hapisteyken” dedi. Bize ve herkese yaşattığınız bir hapishane gerçeği var. Davada iki tutuklu avukat Akın Atalay ve Bülent Utku (şimdi serbest) aynı zamanda Ahmet Şık’ın avukatıydı. Biz dışarıda kalan iki avukat olarak savunma yapmak zorundayız dedik. Bu, sadece gazetecilerin değil avukatların ve savunmanın da yargılandığı bir dava. Ahmet Şık için OdaTv davasının sonunda yaptığımız savunmayı, bu davanın savunmasının sonunda da tekrarlamak zorunda kalıyoruz: Biz soruyoruz, itham ediyoruz ve suçluyoruz. Akın Atalay’ın hala cezaevi koşullarında tutulmasına ilişkin itiraz etmek istiyoruz. Türkiye’nin alnına kara bir leke sürülmektedir. Bu suçlamalar hiçbir hukuki nitelik taşımamaktadır. Bu davada gazetecilerin gazeteci, avukatların avukat olması suçtur. Cumhuriyet’in gazete olması suçtur. Cumhuriyeti ayakta tutma çabaları suçtur.
Tarih tek gerçeği yazacaktır: Davada gazetecilik mesleğinden ve avukatlıktan başka bir şey bulamadık. Adaletin insan onurunu koruyan tarafını seviyoruz. Adaletin hiçe sayıldığını görmek ne büyük bir yıkımdır. Yineliyoruz, gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramayacak. Dava ancak bugün başlamıştır. Bir yanda gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyenler, diğer yanda gerçek ortaya çıksın diye hayat verenler. Haykırıyoruz: Gerçeği yeraltına hapsetmeyin. Ve biz itham ediyoruz!
16.38 – Sanık meslektaşlarımızın son sözlerine geçildi. İlk olarak Akın Atalay söz aldı: Heyetin kararı ne olursa olsun bilinmesini isteriz ki Cumhuriyet gazetesi ve biz Cumhuriyetçiler kötülüğe karşı direnmekten asla vazgeçmeyeceğiz
16.42 – Kadri Gürsel’in son sözü: Gazeteci olduğumuz için tutuklandık. Önümüze çürük, boş ve mesnetsiz bir iddianame geldi. Uzun tutukuluk bir infaza dönüştü. Adil yargılanma hakkımız ihlal edildi. Savunmamda mesleğimi savundum ve bana göre saçma olan iddialara cevap verdim. Şimdi siz zor bir karar vereceksiniz. Çünkü içinde hiçbir delil olmayan dosyalara bakarak karar vereceksiniz. Demek oluyor ki aklınıza ve vicdanınıza sığınarak karar vereceksiniz. Böyle yapacağınıza dair inancım var, bu inancım nedeniyle pişman olmak istemiyorum. Biz buradan başımız dik olarak gideceğiz ve mesleğimizi yapmaya devam edeceğiz. Ben ve tüm arkadaşlarım için beraat talep ediyorum.
16.50- Güray Öz: Bu davada gazetecilik yargılanıyor; ki bu zor bir iştir. #Cumhuriyet gazetesini terör örgütüyle ve FETÖ’cülükle suçlamak insan aklıyla alay etmektir. Umarım böyle yapmazsınız. Çünkü bu aydınlara yakışmaz.
Murat Sabuncu: Özgürlük çok güzel bir şey, insan değerini kaybedince anlıyor. #Cumhuriyet gazetesi de gazeteciler de her koşulda doğruları söyler ve hep böyle yaptık. Gazetecilik suç değildir.
Turhan Günay: Gazetecilik suç değildir.
Aydın Engin: Bana sizde James Bond ruhu var demiştiniz, ben bunu iltifat olarak anlamıştım. Ama düşündüm ki o majesteleri adına çalışıyordu, ben halk adına çalışıyorum. Burada halkın haber alma özgürlüğü yargılanıyor. Size de halkın haber alma hakkını savunmak düşüyor, zor bir görev, size yardımcı olamayacağım, tek başınıza yapacaksınız. Hoşçakalın.
Hikmet Çetinkaya: Fethullah Gülen’in kim olduğunu ve amacını Cumhuriyet gazetesinde yıllarca yazdım. Gülen’e yardım etmekle suçlanıyorum ve hepsini reddediyorum. Gazetecilik suç değildir. Asıl suç şeriat düzeni kurmak istemektir.
Bülent Yener: Son sözüm yok!
Orhan Erinç: Son sözümü avukatlarımız için söyleyeceğim. Onlara çok teşekkür ediyorum.
Mustafa Kemal Güngör: Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma yapılmış demektir. Aylardır yapılan bu haksızlığa son verin. Montesquo, “Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yapılan tehdittir” der. Adaletin olmadığı ülkede hiçbir şey yok demektir.
Ahmet Kemal Aydoğdu: En çok özlem duygusu ağır basıyor. Kızıma olan özlemime son verin.
Emre İper: Benim son sözümü Aşık Veysel söylemiş: “Hakikat yok hürriyet var bu yolda.”
Ahmet Şık: Bu daha başlangıç diyerek başlıyorum. Siyaset, bürokrasi ve medyanın kimi mensuplarından oluşan bir çetenin hayata geçirdiği bu komplonun amacı en başından beri belliydi. Tüm yaşamı boyunca hukuksuzlukların hak ihlallerinin karşısında duranlar adına ilk günden bu yana söylediğimizi tekrarlayarak bu çeteye ve benzerlerine hak ettiği yanıtı verelim o halde: Asıl siz teslim olun.
21.19 Cumhuriyet davasında kararın açıklanması bekleniyor… İzleyiciler, sanıklar ve avukatlar salona alındı.
3. SAYFA
25 Kasım 2024SPOR
25 Kasım 20243. SAYFA
25 Kasım 2024SPOR
25 Kasım 2024SPOR
25 Kasım 20243. SAYFA
25 Kasım 20243. SAYFA
25 Kasım 2024